Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel: “Biz Poz Vererek Değil, Olduğumuz Gibi Siyaset Yapıyoruz”

23.06.2025

“ARTIK, ‘MİLLETİN SORUNUNU, ADALETSİZLİKLERİ TARTIŞMA, CHP’Yİ TARTIŞ’ DÖNEMLERİ GERİDE KALDI”

“UÇAK DA EKİP DE SAĞLAM, BU TÜRBÜLANSTAN ÜLKEYİ DE PARTİYİ DE BİZ ÇIKARIRIZ”

“BİZ YOLDAN GELENE ALAN AÇARIZ, HERKESE YER VAR AMA KİMSEYİ GERİDE DE BIRAKMAYIZ”

“CUMHURİYET HALK PARTİSİ İKTİDARINDA ASGARİ ÜCRET ÜÇ AYDA BİR ZAMLANIR”

“CUMHURİYET HALK PARTİSİ EN YENİ ÜYESİNDEN GENEL BAŞKANINA KADAR TAM KADRO SAHADA”

“BEN İNSAN İÇİNDEYİM. TAYYİP BEY NE YAPIYOR? KLİMALI SALONLARDAN İNSAN İÇİNE ÇIKSIN BAKALIM”

“SANDIKTAN KAÇAN KENDİNİ İNKAR EDER, BU MİLLET HER ŞEYİNİ VERİR AMA SANDIĞI VERMEZ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah programına katıldı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, “Kötü olmaya hakkımız ve vaktimiz olmadığı için gayet iyiyiz. Bugünler de geçecek ve çok güzel günler gelecek ama o güzel günlerin gelmesi için bugünleri güçlü bir şekilde geçirmemiz gerekiyor” dedi. Özel, kendisine yöneltilen sorulara şu yanıtları verdi:


“UNUTULUNCA KÖTÜLER AT OYNATMAYA BAŞLIYOR”

(Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Merhum Ferdi Zeyrek’in cenazesinde mezara naaşını koyduğu ana ve Zeyrek’in kızı Nehir’i sınava götürmesi ile ilgili soruya yanıt olarak) “Nehir evladımız. Hem Ferdi’nin emaneti, hem her genç gibi hepimizin evladı. Çok talihsizlik. Nehir mimar olmak istiyor, babası gibi. Geçen sene fena bir puan almıyor. Birçok üniversiteye girebilir ama en iyisi olsun diye babasının da teşvikiyle bir yıl daha hazırlandı. Sınava 10 gün kala bu büyük felaketi yaşadık. Yani tabii Ferdi’nin kaybının büyüklüğü apayrı. Ama bir yandan da kızının bu sefer de bir yıl ekstradan hazırlanmış, bu seneyi kaybederse bir daha motive olabilir mi? Zordu gerçekten. Demin yayında da vardı. Gazeteci arkadaşlar da hep şey yaptı. ‘Şimdi beni sınava kim götürecek?’ deyince hepimize çok dokundu. Ben de ‘Ben götüreceğim tabii, kim götürecek’ demiştim. Hafta sonu, cumartesi ve pazar birlikte sınava gittik. İyi geçti sınavı, herkes merak ediyor. Cumartesi günü daha normal geçti ama dünkü esas daha katsayısı yüksek, meslek belirlemede daha etkili olacak sınav çok iyi geçti Nehir’in. Hep korkuyordum. O çok donuk ve bitkin bir haldeydi. Sabah baktım bir sınav heyecanı var. O çok umutlandırdı beni. Annesiyle birlikte, hep beraber, babasının arkadaşlarıyla beraber gittik ve geldik sınava. Sağ olsun gazeteci arkadaşlar. Rica ettik, sabahleyin çok uzaktan böyle bir vatandaşın çektiği videoyu almışlar. Ama onun dışında sabah sınava giderken hiç görünmediler. Daha çok böyle dönüşte aldılar. İster istemez herkes merak ediyor. Gazeteciler de yerel basın, bütün Türkiye orada. Ama dünü kazasız, belasız atlattık. İyi bir puan gelecek, iyi bir üniversite olacak diye düşünüyoruz. (Siz de onun elinden tuttunuz, babalık yaptınız aslında) Benim de bir kızım var. Ferdi’nin üç kızı var. Nehir’den ayrı bir de ikizleri var. Yedi yaşındalar. Onun için de Türkiye’nin dört bir yanından ‘Eğitim masraflarını biz üstlenelim, okutalım.’ Sağ olsunlar kurumsal olarak da geliyor. Biz aileye bütün seçenekleri söyledik. Ümit ediyoruz, iyi olacak. Sahip çıkacağız hep beraber. Önemli olan şu: Bunu böyle biraz özeleştiri olarak da söyleyeyim. Günlük, haftalık, o zamanlık sahip çıkması muhteşem. Yani duygular çok yüksekken öyle. Soma’da da hatırlayın neler oldu. Ama sonra unutuluyor. Depremde de öyle oldu. Burada önemli olan, gazetecilikte fikri takip denilen, bence siyasette değil de işin insanlık tarafını da unutmamak ve işi sonuna kadar götürmek lazım. Örneğin Soma mahkemesini hatırlayın, ilk gün önünde 5 kilometre kuyruk vardı. 87 duruşmaya gittik biz. Son gün 300 kişilik salonda 150 kişi vardı. O motivasyon kaybolunca, unutulunca bu sefer yani işte kötüler at oynatmaya başlıyor. İsmet Paşa’nın dediği gibi iyilerin, kötüler kadar cesur olması lazım. Bir de onlar kadar inatçı olmak lazım. Sadece bu konuda değil. Nehir, bize emanet. Manisa, Ferdi’nin arkadaşları, ailesi, aileye sahip çıkarız. Ama her konuda ilk öyle duyguların çok yüksek olduğu andaki meseleyi unutmayıp, bir takip etmek gerekiyor. O kısmı bence önemli.”

“MANİSA’DA ECZACI ÖZGÜR, ÖZEL BUNLARI YAŞIYOR ZATEN”

(Halka yakın olan Ferdi Zeyrek’in sembolize ettiği yeni nesil siyasete dair cenazede izlenenlerin sorulması üzerine) “Bir kez Ferdi çok farklı biri. Ama genel olarak ‘Bu duyguyu ne yaratıyor?’ derseniz, bu duyguyu sahicilikten başka hiçbir şey yaratmaz. Ferdi, olduğu gibi biriydi. Biz de aslında şu kare var ya böyle bakarken de çok zorlanıyorum ama bu kare bizim hayatımızdan bir kare. Bu kare ilk kez olmuyor. Benim yatılı okuldan bir arkadaşım, babasının tek oğlu, ablası var, kalabalık bir aile değil. Bundan beş sene önceydi herhalde. Grup Başkanvekiliydim. İzmir’de o cenazeyi de ben yıkadım, ben kefenledim, bu şekilde kabre ben indirdim. Ama bu bizim hayatımızdan bir kare. Biz zaten bakarız, cenazede bize düşüyorsa… Ferdi’nin erkek kardeşi yok. Eşi de dört kız kardeş. Ailede tek erkek Ferdi ve şimdi Ferdi’nin yapması gereken işi biri yapacak. Bize düşüyorsa biz yaparız. O an ben baktım. Böyle bir belediye görevlisi girmeye niyetleniyor. Aileden genç bir çocuk girmiş, ne yapacağını bilemiyor filan. Öyle olunca ben atladım ve bu görevi ben yaptım. Bu bizim Manisa’daki normal hayatımızda Eczacı Özgür Özel, bir arkadaşı vefat ettiğinde ve cenazeye gittiğinde bunlar yaşanıyor zaten. Mesele siyaseti çok böyle boyalı, çok rollü, çok tiratlı, olduğun gibi değil de olman gerektiği gibi, senden beklendiği gibi… Ben olduğum gibi siyaset yaptığım için zaman zaman acayip eleştirildim. Yahu öyle bir şey ki mesela gitmişim örnek veriyorum Ardahan’a. Ardahan’ın üç ilçesinde eksi 20 derecede üç miting yapmışım. O mitinglerde de ne problem varsa onları konuşmuşum. Her şey bitmiş, geçerken demişler ki ‘Şurada bir kadın kooperatifi var. Uğrar mıyız?’ Uğramışız. Kadınlar kadın emeğiyle gravyer peyniri yapıyorlar. ‘Yapar mıyız?’ Kadınlar dedi ki ‘Şunu bir keser miyiz? Bir fotoğraf çektirelim. Bize anı olsun, hatıra olsun.’ Orada gravyer peynirine kadın kooperatifi, kadın emeği değerlensin diye bir bıçak vurduk. Eksi 20 derecedeki o mitinglerin hiçbir tanesini dert etmedi kimse sosyal medyada. ‘Millet açken Özgür Özel gravyer yedi’ diye haber yaptılar. Ben şimdi gidip orada o kadınlar onu dediğinde ‘Fotoğraf çekmeyin…’ Kadın diyor ki ‘Bir fotoğraf alabilir miyim, bizim için çok kıymetli, asacağız bunu.’ Poz vererek siyaset yapmak kolay.”

“OLDUĞUMUZ GİBİ SİYASET YAPIYORUZ”

“Biz poz vererek değil, olduğumuz gibi siyaset yapıyoruz. Bunu Cumhuriyet Halk Partisi’nde sizin söylemeye çalıştığınız… Ne bileyim birisi dışarıda oturan İstanbul İl Başkanı’dır, öbürü Ankara’daki milletvekilimiz, Türkiye’nin dört bir yanındaki milletvekillerimiz, gencecik arkadaşlarımız olduğumuz gibi bütün samimiyetimizle; hatamızla, kusurumuzla ama olduğumuz gibi siyaset yapıyoruz. (Cenazede siz de duygularınızı saklamadınız, o nedenle herkes sizinle ilgili de tweet attı.) Eksik olmasınlar, tabii biz o iki günde onları takip etmedik ama sonradan öğrendik bu kadar fazla gündem olduğunu, konuşulduğunu. Mesela Milliyet gazetesinden canı sağ olsun bir köşe yazarı hanımefendi yazmış; ‘Yahu bu iyi bu iyi ama…’ Ben demişim ki konuşmamda ‘Şimdi ne yapacağım bilmiyorum, Manisa’yı kime emanet edeceğim Ferdi gitti. Yükümüz ağır.’ ‘Bunları söyleyen birine memleketi emanet ederler mi?’ demiş. Bir şey diyeyim mi; orada bunları düşündüğü halde, tabutun başına geçmiş, konuşman gerekiyor, senden konuşma bekliyorlar. ‘Ne yapacağımı biliyorum, Ferdi’nin yerini dolduracağız. Hiç merak etmesin, gözü arkada kalmasın…’ Bu konuşmayı yapacak birine bu ülkeyi emanet edeceklerse alsınlar o yönetsin. O kadar söylüyorum. Orada ‘Ne yapacağım ben şimdi, Ferdi gibi birini nereden bulacağız, Manisa’yı ne yapacağız? Hiç bilmiyorum’ deyince ‘Bundan lider mi olur?’ diye köşe yazan da var. O köşeyi yazan meseleyi anlamayan biri. Biz o köşeyi yazanlara yaranmaya çalışarak çok seçim kaybettik. Biz bundan sonra, kazanmaktan, kaybetmekten başka bir şey. Olduğumuz gibi siyaset yapıyoruz. (İnsani yönleriyle) O kısmını ıskaladığımızda hiçbir şey olmaz. Miş gibi olmak için değil olduğumuz gibi görünüyoruz.”

“MURAT ONGUN İLE HİÇ TANIŞMAMIŞ AMA ‘YAKIN EKİBİ’ YAZMIŞLAR”

(İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun en yakın çalışma arkadaşları ve kurmaylarının yaşadıklarının sorulması üzerine) “Dün biz bilinen programımızın dışında Çorlu Cezaevi’nde Murat Ongun’u ve son tutuklanan genç avukatımız Mehmet Pehlivan’ı, sonra da Tekirdağ Cezaevi’nde hem F tipinde, hem diğer cezaevinde üç bürokrat arkadaşımızı daha ziyaret ettik. Hiç tanımıyorum ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne alınmış, AK Parti döneminde işe girmiş. Murat Ongun ile hiç el sıkışmamış, hiç yan yana gelmemiş. Hatta kendi diyor ki ‘Ben Murat Bey’i de hiç sevmem. AK Partiliyim. Biraz sevmem CHP’lileri, oy da vermedim bunlara.’ ‘Alıp beni buraya koydular’ diyor. Bir de yazmışlar ki ‘Murat Ongun’un yakın ekibi.’ ‘Hiç el sıkışmadım’ diyor, ‘Hiç yan yana gelmedim. Murat Ongun ile merhabam yok, yazmışlar Murat Ongun’un yakın ekibi.’ ‘Kim yazmış bunu?’ dedim. İlk başta o Çınar, Mınar vardı ya gizli tanık. Onu Murat Ongun’un yakın ekibinde yazmışlar. En sonunda çıkan bir itirafçıya tabii ilk başta o Çınar’ın dediklerini destekletecekler ya. Bu kişinin ismini verip, ‘Murat Ongun’un yakın ekibidir, çekirdek kadrosudur’ yazmış. Bana diyor ki ‘2015’te işe girdim. AK Partiliyim. Oy da vermedim, sevmem bunları.’ Ben adamın masumiyetini de orada gördüm. Arkadaşlarımızın masumiyetini de orada gördüm. Öyle bir kumpas var ki. Bir suç örgütü oluşturulacak. Murat Ongun’a efendim orada billboard işlerini yapan yerdeki her kademeden birini yazarken bir de şef yazacaklar. Bunun ismini verip iftira ettirmişler. Yalancı tanık söylüyor. Adam diyor ki ‘Hodi meydan. Murat Ongun ile merhabamı, temasımı herhangi bir şeyi ispatlasınlar. Baz kaydımız da sıfır.’ Yani baz istasyonlarına göre bir kilometreden fazla biraraya tesadüfen de gelmemişler. Yani böyle bir durum var. (Murat Ongun nasıl?) Murat Ongun gayet iyi. Kendine inancı yüksek, morali yüksek. Biraz duygusal, ‘Bu kadar da haksızlık olur mu?’ diyor. Ama bir yandan da sinirli. Çünkü gördüğü bu kadar şeyden sonra tepki gösteriyor. ‘Elbette teslim olmayacağız’ diyor. Tepki gösteriyor olanlara, ‘Bunu nasıl yaparlar, bunun hesabının sorulması lazım’ diyor. Ama diğer taraftan da herkesin çoluğu var, çocuğu var, eşi var. Konu oralara geldiğinde de insanı olarak çok anladığımız, çok üzüldüğüm bir şekilde duygusallaşıyor. Bunda hiçbir şey yok.”

“100 KONUTUN BİRİNİ İSPATLASINLAR GÖRELİM”

“Büyük bir kumpasın içindeyiz. Mesela son iftiralarda bulunan, ‘itirafçı’ dedikleri, işte Soytekin’in ifadelerini gördük. İlk başlarda atılan yalanlar var ya? ‘Onları desteklemek için bir şey yapalım’ derken, adam duyuyor ya, diyor ki ‘CHP kurultayında KİPTAŞ’tan 100 tane ev verdiler.’ O ilk baştaki yalanı, adam bir şey itiraf edecek ya, ‘Duydum’ diyor. Bakın onu bile yazmışlar. Girmeden önce konuştuk. ‘Kongreden evleri dağıttık ve kongreyi aldık, CHP aldı’ diyorlar ya bizim taraftaki en güçlü il başkanı kim? İstanbul İl Başkanı. Kirada oturuyor adam. Evi yok. 100 tane ev dağıtmış, bir tane kendine almamış. Şu iddiada bulunuyorum: Bir tanesini ispatlasınlar, bir tane delegeye bir tane KİPTAŞ’tan oy karşılığında ev verilip… Yahu biz selam verip oy istiyoruz milletten, ne ev vermesi? ‘Merhaba abi nasılsın, iyi misin?’ filan kendimizi anlatıyoruz. Bir tane ispatlasınlar göreyim. İspatlarlarsa ben haysiyetsizim. İspatlamayan haysiyetsizdir. (100 tane ev verildi deniyorsa isimleri de vereceksin ve onlar bu kurultayda olacak, o zaman anlarım.) Şimdi mesela bak şöyle olmayacak mı? Şu binadan, şu bloktan şu daire bu kişiye, bu daire bu kişiye. Hatta MASAK raporun varsa bu kişinin tapu kaydı ya da daireyi sattıysa aldığı para. Bu daire bu adama gelmiş mi? Ya üstünde tapulu olması lazım, ya satılmış, parasının olması lazım. Dairenin adını söylesinler gidelim bakalım, kim oturuyor? ‘Sen bu daireyi kimden aldın?’ diye soralım. Bakın 100 demiyorum, birini ispatlasınlar. Desinler ki ‘KİPTAŞ’tan bu daire verildi.’ Kime verildiğine gerek yok. O daireye gidip çalalım kapıyı, ‘Sen bu daireyi nereden aldın?’ diyelim. Adam desin ki ‘Şuradan aldım.’ ‘Parayı nereye yatırdın?’ Görelim. Takip edelim. Ne demek yahu? Bu kadar arsızlık, bu kadar yüzsüzlük olmaz. O gazeteye bunları yazanlar, bu haberi yazmaya, yazdıranlar yazdırmaya hiç mi utanmıyorlar bilemiyorum yani. Sabah gazetesine diyorum ki o 100 tane daireyi açıklayın. Hatta bence bak hiç bize bir şey demelerine gerek yok. Mis gibi gazetecilik olayı. Muhabiri yolla, al listeyi, çal kapıyı. ‘Bak’ de, ‘Buradan Manisa delegesi bilmem kim çıktı.’ Öbür kapıyı çal, mahvet bizi ya. Benim yarın istifa edip gitmem lazım. Sen ne diyorsun? Gazetecilik yapacaksa o 100 daireyi ilan edecek. İki muhabir, yarım günde dolaşır hepsini.”

“EKREM BEY CEZAEVİNDE ÜLKEYİ YÖNETMEYE HAZIRLANIYOR”

(Ekrem İmamoğlu’nun durumunun sorulması üzerine) Hepimizden iyi. Çünkü şöyle bir durum var. Ekrem Bey hem kendi masumiyetini biliyor, arkadaşlarının masumiyetini biliyor ve Ekrem Bey ne için içeride olduğunu biliyor. Ekrem Bey bir sonraki seçimde Cumhurbaşkanı adayı olmasın diye içeride tutuluyor. Şimdi bu öyle herhangi bir mesele olmaktan çıkmış. Ekrem Bey artık bir siyaset insanı değil; verilmiş bir görevi omzunda taşımak zorunda olan, o yükü taşımak zorunda olan ve bu ülke için bu işi taşımak zorunda olan seçilmiş, görevlendirilmiş biri. Kim yaptı bunu? 23 Mart günü, onu 19’unda sahur vakti kalkıp, gelip evinden alıp, dört gün Vatan Emniyet’te zulmedip, 23’ünde ön seçim günü, ön seçime giremesin diye… Bizim ön seçimi iptal edeceğimizi umarak, dört gün tutup, ön seçim günü onu Silivri’ye yollayanlar varken biz de milletin önüne sandık koyduk. 15,5 milyon insan gitti ve oy kullandı. 15,5 milyon insan… 95 yaşında nine de gitti, karnında üç aylık bebeği olan anne de gitti. Biri çocuğunun geleceği için gitti, öbürü çok sevdiği Ekrem evladına sahip çıkmak için gitti. 15,5 milyon kişi Ekrem İmamoğlu’na bir görev verdi. ‘Bu ülkeyi sen yöneteceksin. Bizi düze sen çıkaracaksın’ dedi. Sırtında bu yük var. O yüzden ben her gittiğimde cezaevinde okumasıyla, yazmasıyla, çizmesiyle, hazırlıklarıyla, inancıyla, motivasyonuyla ülkeyi yönetmeye hazırlanan bir Cumhurbaşkanı adayını, milletimiz takdir ederse bir sonraki Cumhurbaşkanını, hükümetin başını görüyorum. Öyle bir kararlılıkta. Zaman kaybetmiyor. Elinde evrakları, notları. Bir yandan savunmasını en doğru yerden yapmaya çalışıyor, hazırlıyor. Bir diğer taraftan ülkenin geleceğine hazırlanıyor. Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi kuruldu. Tabii ki dışarıda olsa başında kendi olacak. Şu anda onun yerine üç kişilik bir koordinasyon ekibi kurduk. İkisini ben partiden; biri gruptan Bülent Tezcan’ı, biri partinin genel sekreterini görevlendirdim. Kendisi de kendi ekibinden Serkan Özcan’ı görevlendirdi. Üçlük bir koordinasyonla; parti grubunu, partiyi, Meclis grubunu ve tüm danışmanları koordine eden bir şekilde ‘Türkiye’yi nasıl yöneteceğiz?, onu hazırlayıp göstereceğimiz, ilkini Ankara’da büyük bir programla, büyük bir katılımla açacağımız sonra da 81 ile 973 ilçeye yayılacağımız büyük bir seçim kampanyasına hazırlanıyoruz. Bunun Ekrem Bey tarafının adı; Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi. Onun için gece-gündüz çalışıyor. Elbette ki aldığı oylar yüzünden imkan verseler, hem İstanbul için çalışması, hem Türkiye için hazırlanması, dışarıda olması doğru. Ama bir yanda telefonun meşguliyeti olmadan, bilgisayarın meşguliyeti olmadan, kendi başına kalarak belki de bir yöneticinin çok ihtiyaç duyacağı, çünkü Türkiye’yi yönetmeye gelen Cumhurbaşkanı adayının bir demlenmesi, kendini dinlemesi, sakin düşünmesi, hazırlanması… İnanılmaz okuyor, inanılmaz çalışıyor. Gittiğimizde bir beş dakika ‘Sen ne yaptın, ben ne yaptım? Aile nasıl, var mı orada bir şey? Burada bir şey?’ Yeni bir iftira varsa onunla ilgili sohbet. Hoşbeş. Onun dışında 1,5 saat sohbet ediyorsak 1 saat 25 dakika ‘Nasıl yönetiriz, nasıl yaparız? Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’ni nasıl koordine ederiz? Bundan sonrasını ne yapacağız? Ekrem Başkan’ın hazırlıkları. Bir sonraki toplantıya kadar neyi düşünelim, neyi çalışalım?’ Böyle geçiyor bizim çalışmamız.”

“KİŞİ KENDİNDEN BİLİR İŞİ”

“Ekrem Bey ailesi için çok hassas. Çünkü Hasan amcaya büyük bir zulüm ediliyor. Gittiler bahçesine, kendine ait olmayan devlete terk edilmiş bir kuyuda arama yaptılar. Efendim 50-100 metre aralıklarla bir sürü yeri kazdılar. Şeye döndü bu. FETÖ’cülerin bir şeyi kendileri gömüp kendileri buldukları yerde bu arkadaşlar böyle zulümler yapıyorlar. (Hasan Bey’i aradınız mı?) Hasan Bey’i aradım. Hasan amca diyor ki ‘Yahu orada kuyu varmış, benim haberim bile yok. Arıyorlar, arasınlar bakalım.’ Bir şey bulamadılar. Hasan amca bir yandan gülüyor, bir yandan kızıyor bir yandan da ‘Memleketi bu hale getirenlerden bu memleketi kurtarın evladım’ diyor. (Ne arıyorlar orada?) Ne arıyorlar biliyor musunuz? Doğrusunu söyleyeyim. Kişi kendinden bilir işi. Bu arkadaşlar 17-25 Aralık, evet delillerin toplanması usule aykırıydı. Bazı evraklar sahteydi, bazı şeyler yalandı. Ama bir gerçek vardı. Bu FETÖ’cüler, AK Parti’nin dört bakanını, çocuklarını usule aykırı da olsa dinleyip, evlere baskın yapıp, fiziki takip yapıp, ayakkabı kutularında, çikolata kutularında, elbise kutularında, kasalarda paralar buldular. Şimdi bu arkadaşlar İstanbul’u yönettikleri dönemden beri kendi pratiklerini bilen bu arkadaşlar, diyorlar ki kişi kendinden bilir işi. ‘Biz nasıl yapıyorsak, bunlar da iş adamlarıyla oradan buradan bir şeyler alıyorlardır, bir kasalarda tutuyorlardır, bir yerde vardır bu. Gidin bakın.’ Ben hatta bir şey söyleyeyim mi? Öyle bir hale geldiler ki kendilerini ihbar ediyorlar. Şimdi çok eminim. Varsa bir tane gözünü karartan Cumhuriyet Savcısı, denemesi bedava. Bugün bu AK Parti’deki arkadaşların ya da bu operasyonu yapan İstanbul’daki muktedir arkadaşların evlerinin yakınında bir kuyu varsa, oraya bakın para bulacaksınız orada. Babalarının yazlıklarının dibini kazın, para bulacaksınız. Kendi yazlık evlerinin bahçesine bakın, para bulacaksınız. Demek ki kendileri paraları oraya koyuyorlarmış ki ‘Bunlar da paraları buraya koymuştur’ diye arama yapıyorlar. Bakın buradan çok açık söylüyorum.” (Hakikaten para mı arıyorlar?) “Para arıyorlar, kazıp para arıyorlar, kasa arıyorlar. ‘O kasayı nereye koydunuz?’ diye soruyorlar. Bir şey söyleyeyim mi? Arasınlar, ne kasa bulacaklar, ne para bulacaklar. Bulurlarsa biz buradayız. Biz yolsuzluğun olmadığını bildiğimiz için paranın olmadığını, paranın olmadığını bildiğimiz için arkadaşlarımızın masumiyetini biliyoruz. Bundan 94 gün önce Tayyip Bey dedi ki ‘Yakında bunlar, yakında.’ Hatta ‘Bir ay içinde’ dedi sonra. ‘Birbirlerinin yüzüne bakamayacak, ailelerinin yüzüne bakamayacak. İnsan içine çıkamayacak duruma gelecekler’ dedi. Bu laftan sonra 94 gün geçti. Ben dün Tekirdağ’da insan içindeydim. Yarından sonra da Büyükçekmece’de insan içindeyim. Yarın da bütün Türkiye’nin gözünün içine bakarak bir grup toplantısı yapacağım. Tayyip Bey ne yapıyor? Bir insan içine çıksın bakalım. Klimalı salonlardan bir çıksın bakalım. Bu turpun büyüğünü bir göstersin bakalım. İftiradan ve ‘Duydum öyleymiş, böyleymiş’ diyen yalancı şahitlerden başka ne var elinizde? Ne var?”

“AKP + MHP’NİN YÜZDE 25 OLDUĞU BİR ANKET YOK”

(Yeni bir anket var mı? Toplumun bakışı nasıl şu anda?) “Şöyle yüzde 25 Tayyip Bey’e inanıyor. Yüzde 55 bize inanıyor. Bunun arasında bir yüzde 20 ‘Kararsızım, bakacağım’ diyor. Bu kararsız 30-35’lerden 20’lere indi. Yüzde 20-25 arası çeşitli anketlerde, Tayyip Bey’e inanan var. 22-23-25. Bu zaten AKP’nin çekirdek seçmeninin ve MHP’nin çekirdek seçmeninin bile ikna olmadığını gösteriyor. Şu anda AKP artı MHP’nin 25 olduğu bir anket yok. Daha yukarıda ikisinin toplamı. Ama bu meseleye kendi seçmenlerini dahi inandıramadılar. İnsanlar çok hızlı inanır. İnanılacak şey var, inanılmayacak şey var. 100 tane daireyi demin dediğimiz gibi, adresini verirsin, herkes inanır. Ben bu yayına gelemem bak. Bugün Sabah gazetesi bizim 100 daire dağıttığımızı ve bunu delegelere verdiğimizi ispat etse, ben bu sabah bu yayına nasıl çıkacağım İsmail Bey? Siz gazetecisiniz. Bana böyle yapmayacak mısınız, ‘Özgür Bey bu nasıl iş?’ diyeceksiniz. Ben ne diyeceğim? Ben ne diyeceğim İsmail Bey. O yüzden AK Partili de bunu görmüyor mu? AK Partili de görüyor, ‘Yok canım bu kadar da değil’ diyor, ‘Tamam’ diyor. Mesela ne diyor anket biliyor musun? ‘Ben Ekrem’e oy vermem, ama bu yalana da inanmadım’ diyor yani. Bu kadar basit. Onun dışında anket olarak, Türkiye’de malum 7-9 -yani ikisini bazıları katıyor ortalamaya, bazıları katmıyor- anket firması var. Bunların ortalamalarına bakıyoruz. Bunların içinde en kötüsünde üç puan, en iyisini dokuz puan, ortalama 6.7 puan AK Parti’den önündeyiz. (CHP AK Parti’den önde bütün anketlerde, öyle mi?) Bütün anketlerde öndeyiz. Geçen ayın ortalaması yedi puan değil, 6.7 puan öndeydik anketlerde.”

“MİTİNG YAPACAĞIMIZ YERLER BELLİ”

(Siz de yoğun bir mesai harcamak durumunda kalıyorsunuz.) Program şöyle; pazartesi MYK, salı grup, çarşamba miting, perşembe Silivri, cuma Ankara, cumartesi il mitingi, pazar Ankara’ya dönüş. (Biz sizi tanıyoruz, çok hareketlisiniz hep böyleydiniz. Ama bu ne kadar dayanılabilir ve ne kadar sürdürülebilir?) Şu ana kadar 28 tane miting yaptık büyük. Ankara’da yaptığımız hani 19 Mayıs-23 Nisan, kurultay sonrası, kapı önlerini falan saymıyoruz. Bu temalı 28 tane miting yaptık. Bütün yaz boyunca iddianame çıkana, arkadaşlarımız serbest kalana kadar bu miting programını durdurmayı, ertelemeyi, yavaşlatmayı düşünmüyoruz. Yazın da devam edecek. Zaten şöyle, aslında şimdi say deseniz sayamam ama. Temmuz sonuna kadar nerede miting yapacağımız belli zaten. İller biliyor. Talep ediyorlar, şu anda ‘Oraya gittin, bize gelmedin’ tartışmalarıyla uğraşıyoruz. Trakya’da üç il var mesela. Dün Tekirdağ’a gittik. Bu sefer haklı olarak Kırklareli diyor ‘Bizimki ne zaman?’, Edirne diyor ‘Bizimki ne zaman?’ Bu işlerle meşgulüz. Durmadan, duraksamadan bu mitinglere devam edeceğiz. Ayrıca bunun yanına Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’nin çalışmalarıyla milletvekillerimizi sahaya, parti programını ve Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’nin çalışmalarını anlatmaya, devamında da ‘Sorunları nasıl çözecek Cumhuriyet Halk Partisi?’ bunları anlatacak saha çalışmalarıyla hızlı bir şekilde devam edeceğiz. Bunun yazı, kışı yok. Yani tatili yok, yazda duraksamak yok. Elbette arkadaşlarımız belki aileleriyle birkaç huzurlu gün geçirmek isteyecekler, 3-5 gün dinlenmelere izin vereceğiz. Onun dışında Cumhuriyet Halk Partisi en yeni üyesinden Genel Başkanına kadar tam kadro sahada çalışmaya devam edecek.”

“EL SIKMAMAK OLMAZ”

(Bahçeli size ‘Çok hareketlisiniz, maşallah’ gibi bir laf etti değil mi?) “Meclis’e gelmişti Sayın Bahçeli çok uzun süre sonra. Ben kulise girdim, kalabalığı görünce ‘Devlet Bey gelmiş’ dediler. Memnun da olduk. Çünkü bir sürü de spekülasyon. Ben tabii hiçbirine inanmadım. Hatta telefon görüşmemden sonra Sayın Bahçeli’nin sağlık durumuna ilişkin söylenenlere de ben de açıklık getirdim. Ta kaç ay önceydi. Sonra Sayın Bahçeli teşekkür telefonu açmıştı, biz ona geçmiş olsun deyince falan. Sonra Meclis’te görünce gittim kendisine, ‘Sizi burada görmek, Meclis’te görmek güzel’ dedim. O da bana ‘Takip ediyorum sizi çok hareketlisiniz maşallah’ gibi bir şey söyledi. Tabii böyle oradaki birer cümle siyasette kötü bir şey değil. Elbette çelişkiler içindeyiz, tartışmalar içindeyiz. Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çatısı altındayız. Bu milletin, örneğin işte yüzde diyelim 8’i, son seçimde 10 muydu, Devlet Bey’e? Yüzde 25’i bize o çatı altında. Son yerel seçimde yüzde 38’i bize, yüzde 6’sı Devlet Bey’e yetki vermiş, görev vermiş. Milletin temsilcilerinin gidip birbirini görüp de el sıkmaması, hatır sormaması olmaz. Bazıları kızıyor bana. ‘Nasıl elini sıkarsın, nasıl bilmem ne yaparsın?’ Ben siyaseten yapmam gerekeni her şeyi yapacağım, ama hem yaş olarak, hem siyasi tecrübe olarak daha büyüğümüz gelmiş, hastalıklardan çıkmış, ilk kez Meclis’e gelmiş. ‘Hoş geldiniz’ diyeceğiz tabii.”

“İYİ GÜNÜNE DE KÖTÜ GÜNÜNE DE GİDERİZ”

(Daha önceki bir görüşmenizde Sayın Bahçeli’yle sizin aranızda bir diyalog vardı. Size dedi ki ‘Darılmıyorsunuz, değil mi?’ dedi, ‘Siyaseten konuşuyoruz’ dedi.) O gün sabah çok sert bir şeyler söylemişti, ben de çok sert yanıt verdim. ‘Üzülmüyorsunuz değil mi?’ dedi ben de orada şey söylemiştim. Celal Bey vardı yanında. ‘Celal Bey bilir’ dedim, ‘Biz doğru bildiğimizi söyleriz. Ama nezakette de kimseye kusur etmeyiz.’ Yapmayız zaten. Manisa’da bizim cenazemiz, Ferdi’nin cenazesine gelmeyen parti yok. Yani DEM Parti’yi, MHP’yi, Zafer Partisi’ni, İYİ Parti’yi, Saadet’i bir arada bulunduran şey; Manisa sokaklarında bu arkadaşların her birisi birbirine selam veriyor. Biz de Manisa’da her birimiz birbirimizin iyi gününe kötü gününe gidiyoruz. ‘Günü geldiğinde Manisa’da en çok taziyeye ve en çok cenazeye, en çok düğüne giden iki siyasetçi say’ deseler. Biri Ferdi Zeyrek, biri Özgür Özel. Bunun yarattığı mesele. Ondan sonra Cumhuriyet Meydanı’nda 100 bin kişi nasıl oldu? Bu böyle bir günde olan bir şey değil bu. Siyaseti böyle yaparsan olan bir şey. İnsanca yaparsan olan bir şey. Ben şuna teslim olmadım, olmayacağım. Bağırıp çağırınca iyi, ama hastalık olup da geçmiş olsun telefonu açınca kötü. O telefonu açıp, o telefona esir olup, siyasetini düzgün ve dirençli yapamıyorsan o yanlış. Ama işin hem bu tarafını, hem o tarafını düzgün yapmak lazım.”

“İDDİANAME BİR AN ÖNCE YAZILSIN”

(İmamoğlu ve arkadaşları ile ilgili iddianame ne zaman hazırlanır?) “Bizim talebimiz şu; bir an önce iddianameyi yazsınlar. Efendim işte daha başka delil toplayacaksa, daha başka bir şey yapacaksa onu da ek iddianame yapsın. Ama bir an önce bu iddianameyi yazsınlar, yargılama başlasın. Çünkü silahların eşitliğini ihtiyaç var. Şu anda yok. Niye yok? ‘Soruşturma gizli’ diyor, işine gelen ifade tutanağını kendince piyasaya sürüyor, veriyor Sabah gazetesine oraya buraya. İşine gelmeyen ‘gizli’ diyor. Avukatlar o ifadeleri alıp hazırlık yapmak istediğinde, avukatı alıp içeri koyuyor. Avukatlık yaptığı için. Ama iddianamenin yazılması ve kabulü ile birlikte bu iş bitecek. Silahların eşitliği ortaya çıkacak. Savcı ile avukatın eşit güçte olduğu, delilleri birlikte tartıştıkları bir ortam gelecek. Delillerin tartışılması… O zaman göreceğiz, işte o zaman ‘Çıkar kardeşim bakalım 100 daireyi’ diyebileceksin. Şimdi adam ‘100 daire dağıtılmış’ diyor, o kadar bırakıyor. Ve millet bunu konuşuyor. Bütün gün televizyonlar, gazeteler bunu konuşuyor. Biz bir an önce yargılama istiyoruz ve samimiyetle söylüyoruz. Bakın Meclis kapanmadan, yasal düzenleme gerekiyorsa bir madde yazılacak. ‘Tarafların kabulü halinde yargılamalar televizyondan canlı yayınlanabilir.’ Taraflardan biri istemiyorsa veya televizyon vermeye değer görmüyorsa yapmaz. Biz davalıyız, ben istiyorum. Siz istemiyorsanız, yayınlanmasın. İki taraf da istiyorsa yazalım ve biz TRT’den canlı yayın istiyoruz. Halk TV’den canlı yayın. Bir frekans verecek, isteyen televizyon verir, istemeyen vermez. (İmamoğlu davası böyle olsun mu istiyorsunuz?) İmamoğlu davasının canlı yayınlanmasını, sorulan bütün soruların açıklıkla sorulmasını, bütün cevapların da millet tarafından duyulmasını istiyoruz. Bu olduğunda CHP ile AKP arasındaki fark; 20 puana çıkacak. Niye biliyor musunuz? Şu anda bu işe inanan yüzde 25 de kandırıldığını anlayacak. ‘Bu kadar yalan olur mu?’ diyecek. ‘Haysiyetle bu kadar oynanır mı?’ diyecek.”

“HALKIN GERÇEKLERİ ÖĞRENME HAKKINA SALDIRI”

(Halk TV’nin Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Cafer Mahiroğlu’nun da böyle bir meselesi var. Onunla ilgili de bir yakalama kararı çıkarıldı. Baktınız mı o konuya?) Ben konuyu gördüğüm anda hem tweet attım, hem televizyonda konuştum hem Cafer Bey’e telefon açtım. Hatta yanılmıyorsam Cafer Bey beni aradı. Teşekkür etti tutumum için. Net bir durum var. Orada Cafer Mahiroğlu diye bir şey yok. Oradaki durum Halk TV ve halkın haber alma hakkı. Neye yakalama çıkarmışlar biliyor musunuz? Sizin ‘Yahu Sabah gazetesi bunu yazmış ama. Bu 100 dairenin ne adresi belli ne alanı belli. Böyle haber mi olur?’ diyerek bir yanıltmaya karşı öbür tezi dile getiriyorsunuz ya. Veya efendim ‘Bin 200 tane cep telefonu dağıtıldı, hani bunlar?’ diye soruyorsunuz ya, ‘Varsa bilelim’ diye. Ya da yapılan bir iftiraya karşı, avukatların savunmasını da söylüyorsunuz ya. Ona yakalama kararı çıkarmışlar. Halkın doğru bilgiyi alma, meselenin iki tarafı varsa muhalefetin ağzından çıkanı da duyma hakkına yakalama kararı çıkarmışlar. Bu Cafer Mahiroğlu’nun şahsına, şirketine falan değil, televizyona bile değil. Halkın gerçekleri öğrenme hakkına yapılmış bir saldırılır. Bunun dışında ‘Önüne bakayım, arkasına bakayım’ deyince insanı doğru odaktan ayırıyorlar. Cafer Mahiroğlu’nu yakalamak, Halk TV’nin üzerine gitmek demek; bugün sadece ‘Akın Gürlek’in iddiaları konuşulsun, İmamoğlu’nun yanıtları duyulmasın’ demektir. Öyle bir döneme hazırlamaya çalışıyorlar Türkiye’yi.”

“BİR AÇIĞINI ARADIKLARINI SÖYLEMİŞTİM”

(Gazeteci Fatih Altaylı’nın tutuklanması hakkında) Diyorlar ya cezaevlerinde gazeteci yok Türkiye’de diye. ‘Gazeteci’ yazmamak için ‘YouTuber’ yazıyorlar Fatih Altaylı’ya. Fatih Altaylı gazetecilik yaptığı için tutuklandı. Fatih Altaylı’nın bir açığını arıyorlardı. Ben bunu defalarca, hatta bir kez kendisine de söyledim. ‘Bir açığınızı arıyorlar, o açığınızı buldukları anda sizden kurtulacaklar.’ Kendisine de söyledim. Biz Fatih Bey’in yayınına gitmiştik. Öncesinde oturduk böyle işte editörü bizim arkadaşlar falan bir yarım saat kahve içtik, sohbet ettik. Orada dedim ki ‘Hissediyorum’ dedim çünkü o zaman da bir lisans işleri vardı. RTÜK falan bir şey dedi. ‘Bir açığınızı arıyorlar’ dedim. ‘Bir kelime, bir cümle yakalasalar hemen yapacaklar. Allah’tan siz çok tecrübelisiniz Fatih Bey’ bunu söylediğimi hatırlıyorum. ‘Uzun yıllar Teke Tek falan canlı yayınlar yaptınız ve eleştiri yapıyorsunuz ama bir açık vermiyorsunuz.’ Şimdi aslında dünkü yayında da söylediği söz, diyor ki ‘Anketleri gördüm’ diyor, ‘Anketlerde şuraya kadar gerilemiş’ diyor. ‘Bu millet böyledir’ diyor. ‘Osmanlı’da bile nice padişahlar indirildi.’ Bu ne demek? En kudretli, en güçlü olanlar, o zaman indirme yöntemi oymuş, bugün indirme yöntemi oy kullanmak. Ankete atıf yapıyor, AK Parti’nin oylarındaki kayba. Bu milletin çok ağır ceza verdiğine atıf yapıyor ve tarihsel bir hatırlatma, tarihle ilgili bir şey söylüyor. Efendim Cumhurbaşkanına tehdit. Bir de bütün hepsini kesip kesip yapıştırmışlar, öyle değil de. Ama sarayın bir danışmanı, Oktay Saral. Tuttu, ne dedi? ‘Senin suyun ısınıyor.’ Şimdi ben buradan Sayın Adalet Bakanı’na sesleniyorum. Adalet Bakanı benim asker arkadaşım. Ege Deniz Bölge Komutanlığı’nda birlikte askerlik yaptık. Benim Soma Komisyonu arkadaşım, Adalet Bakanı ben Grup Başkanvekililiği yaparken birlikte mevkidaşlık yaptık. Adalet Bakanı’na soruyorum: Ben Adalet Bakanı’nın kötü niyetli olmadığını, ama bu yaşananlarda maalesef sistemin onu seyirci ve etkisiz bir pozisyona ittiğini, işin başka bir tarafta döndüğünü de biliyorum. Ama zaman zaman tweetler atarak, ‘Türkiye’de yargı bağımsızdır’, sürekli Adalet Bakanı ‘Yargı bağımsızdır’ diyor. Yargı bağımsızsa, Fatih Altaylı o cümleleri kurana kadar, kurduktan sonra hiçbir şey yokken, Saray’dan birisi çıkıp da, ‘Suyun ısınıyor’ diyor. Ne demek ‘Suyun ısınıyor?’ ‘Yakında senin de başına bir şey getireceğiz’ demek. Yazdıktan sonra, öğleden sonra resen soruşturma, öbür gün gözaltı, öbür akşam tutuklama. Nasıl inanacağız bir Türkiye’de yargının bağımsızlığına. Sayın Adalet Bakanı nasıl inanacağız? Türkiye’de ifade özgürlüğü var. Fatih Altaylı’nın söylediği sözleri ifade özgürlüğünün neresine koyacağız? Fatih Altaylı bu lafları edemeyecekse kim edecek? Ama o tutuklama aslında size gözdağı. O tutuklama her bir gazeteciye gözdağı. YouTube’da konuşan herkese, köşe yazan herkese, canlı yayında konuşan herkese. Olur kardeşim, ağzından bir laf çıkar, cümleyi tersten kurarsın yanlış anlaşılır. ‘Pardon, niyetim o değildi’ dersin. Bugün öyle bir sistem kuruyor ki güya Türkiye’nin en büyük çıkar için suç örgütünü oluşturmuş Aziz İhsan Aktaş, en tepede. ‘Ben suçluyum ve şu suçları işledim’ deyince salıyorlar. Adam diyor ki ‘Ben bu suçları işledim.’ İtiraf ediyor, salıyorlar. Fatih Altaylı dün ben okudum. ‘Niyetim o değildi’ diyor. ‘Benim söylediğim cümle, ankete atıf yaptım ben’ diyor. ‘Benim niyetim böyle bir şey değil, ben Cumhurbaşkanını tehdit etmedim, böyle bir şey de yapmam’ diyor. ‘Yıllardır da yapmadım’ diyor. Ağzıyla söylüyor, tutanak altında. Aziz İhsan Aktaş ‘Ben bunları yaptım’ deyince tamam Silivri’de evine yolluyorsun. ‘Ben yapmadım böyle bir şey’ diyor, ‘Niyetim o değil’ diyor. Cümle ortada. O cümleden onu savcıdan başka öyle anlayan kimse yok. Ama aldı, Silivri’ye koydu. Bir daha söylüyorum nasıl Cafer Mahiroğlu’na yapılan tutuklama kararı; Halk TV gazetecilik ve haber alma hakkına karşıysa gözaltı kararı, yakalama kararı. Fatih Altaylı’nın tutukluluğu da bütün aktif gazetecilere, yazana, çizene hatta sosyal medyada yorum yapan herkesedir. ‘Fatih Altaylı bu hale geldiyse, sen kendini düşün’ diyorlar herkese.”

“HEPİMİZDEN GİZLEDİĞİ HASTALIĞI…”

(Cezaevlerindeki elverişsiz sağlık koşulları hakkında) Mehmet Murat Çalık, hepimizden gizlediği, belki böyle çocukları küçüktü, büyüdüler duymasınlar diye de duyulsun da istemedi. Geçmiş geçirdiği kan kanseri, lenf kanseri. ‘İyi beslenmelisin, stresten uzaktan durmalısın’ dendiği halde bir cezaevi koğuşunda hastalığının tetikleme riskine rağmen tutuluyor, şimdi de İzmir’e sevk edildi. Biz Veli Ağbaba ve Nurettin Demir’le birlikte 2011-2015 arası 270 cezaevine 380’in üzerinde ziyaret yaptık. Sekiz tane de yayınlanmış raporumuz, kitabımız var. O günlerden bugünlere de bir ilerleme yok cezaevlerinde. Şimdi de aynı görevleri yapan arkadaşlarımız söylüyor. Bu süreçte bugüne kadar Aykut’un yaptığını bir çok arkadaş yapmamak için direndiler. Ben Aykut’un yapmasını da doğru buluyorum. Herkes görsün. Şöyle bir durum var, ya biz içeri düşünce şartlardan şikayet etmeye başlarsak, işte ‘Şöyle kötü, şöyle zor, böyle zor’ demeye başlarsak, bu aslında ‘Cezaevini hak ettik ama bu şartlarda durmayı hak etmedik’ gibi algılanır, biz içerideki şartların kötülüğünden hiç bahsetmeden haklılığımızı anlatalım diye düşündüğü için arkadaşlar, kimse çektiklerini anlatmadı. Yoksa hepimiz biliyoruz, Silivri Cezaevi’nin işte yağlı yemeklerini, Türkiye Cumhuriyeti’nin anlı şanlı komutanları kettleda ısıttıkları suyla o yağı ısıtıp yıllarca yediklerini. Her türlü hak ihlali var cezaevlerinde. Bu konuda da bir arpa boyu ilerleme yok. Ama bu bizim arkadaşlarımız içeri düştü diye söylediğimiz değil, üzerine kitaplar yazdığımız, her fırsatta dile getirdiğimiz bir Türkiye’nin Türkiye cezaevleri meselesi vardır. Ceza ve tutukevleri meselesi vardır. Çağa uygun olmayan, ıslah etmek yerine cezalandırmayı, hele hele tutukluluğu -bir de işin öyle bir boyutu var- çok istisnai bir tedbir olmak yerine genel kural haline getirmiş ve bir ön infaz, ön cezalandırma, öç alma, yatarı olmasa bile öyle değil mi? Bir gün yatarı olmayan suçtan dünya kadar öğrenciyi, 301 tane öğrenciyi bayramda sevdiklerinden uzakta tuttular. Ümit Özdağ beş ay yattı. Bir gün bile yatarı olmayan suçlardan. Bunların her birisi bir partinin genel başkanı da olsa, 18 yaşında üniversite öğrencisi de olsa, rejimin adı konulmamış infaz ve cezalandırma yöntemi. Fiziki şartlarda anlatılandan bile kötü. Kimse bunları söylemiyordu, bizim arkadaşlar da. Hatta şöyle oluyordu. Anlatıyorlar yaşadığı zorluğu, ‘Aman bunu dışarıda söylemeyin. Demesinler ki kurtulmak için yapıyor. Ben zaten suçsuzum, burada yatmamam gerekiyor, daha iyi şartlar da olsa yatmamam gerekiyor’ diyorlardı.”

“BU PAZAR SEÇİM OLSA SANDIK GÖREVLİLERİMİZ HAZIR”

(Seçim ne zaman olacak sizce?) Kasım’da olmasını ümit ediyoruz. En geç önümüzdeki Nisan’da yapılacak olan bir seçim için tarih verilirse erken seçim kararını destekleriz. Bakın biz bu Kasım istiyoruz. Ama bu Kasım’a kadar bize gelecek sene Nisan’ı geçmemek üzere bir tarih verip seçim kararını şimdiden Meclis’te alırsak erken seçim kararına destek veririz. Onun dışında biz Erdoğan’ın aday olabilmesi için, istiyorsa şimdi gelsin ve aday olsun. Ama seçimlere altı ay kala, bir yıl kala, ‘Seçimleri birazcık öne alalım, Erdoğan’ı aday edelim’ gibi bir yaklaşımın karşısındayız. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak tabii her zaman son kararı partinin yetkili organları veriyor, konjonktürü değerlendiriyor. Ben böyle söylüyorum, olacak diye değil. Ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir an önce adayımızı yanımızda, sandığı önümüzde istiyoruz. Bir an önce. (Şu anda seçim olsa bütün sandıklarda görevlileriniz belli.) Biz önümüzdeki pazar 06.30’da kaldırıp sandığa yollayacak 180 bin kişiyi bulmuş durumdayız. Şu anda var. Toplam 191 bin kişi olacak. Şunu kabul etmiyoruz artık, yoksa söyle oraya isim yazarlar. İsmi yazılan kişiyi arıyoruz. Göreve hazır olup olmadığını soruyoruz. Bazı sorularla eğitimini tamamlamış mı, bu konuda bilgi birikimi tamam mı, onları yokluyoruz. Biz sandık güvenliği ordumuzu; geçen sefer, ondan önceki sefer hep vatandaşın kaygı ettiği, ‘Sandıklara sahip çıkacak mısınız?’, o meseleyi seçime doğru değil şimdiden… Çünkü bizdeki temel mantık şu: Erken seçim istiyorsan o seçime önce kendin hazır olacaksın. Biz bakın eylülde, ekimde, kasımda değil; bu pazar yapılacak seçime sandığa yollayacak arkadaşlarımızı hazırladık. Ama bu arkadaşlar sırf seçim günü değil, sırf sandıkta değil, o sandıkta oy kullanacak 300-350 kişi için bugünden seçime kadar mahallelerde çalışacaklar.”

“20 MİLYON KİŞİNİN ERKEN SEÇİM İSTEDİĞİ BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ”

(KİPTAŞ ile ilgili 100 daire iddiasına karşı ‘İspatlasınlar, bırakır giderim’ yanıtının gündem olması hakkında) “Net, çok net. Sabah gazetesi yarın fikri takip yapsın. Bu 100 dairenin gitsin kapılarını çalsın ve göstersin bize. Bu dairelerin verildiklerini göstersin. Bu kişiler ya orada oturuyorlardır ya da orayı satmışlardır. O adrese gitsinler, ‘Sen bu daireyi nasıl aldın?’ desinler. O sorunun peşine düşsünler. Sabah gazetesine açık çağrım. (İmamoğlu ile ilgili imza kampanyasındaki son durum nedir?) 20 milyon sınırındayız. Tabii ilk başlarda çok yoğun, hızlı, yetişilmesi zor bir talep. Şu anda imza verebilecek 27 milyon kişiden 20 milyona ulaştığınızda, o 7 milyon kişi için daha büyük bir emek vermek gerekiyor. Bunun için 180 binin üzerindeki sandık bölgesi sorumlusu, biraz önce söylediğim sandık sorumlusu arkadaşlarımız kendi bölgelerindeki 350’şer seçmeni tarayarak, imzaları topluyorlar. 20 milyon sınırındayız. 20 milyonda imzaları saydırtıp, 20 milyonuncu imzayı tescil edeceğiz ki 20 milyon kişinin erken seçim istediği bir ülkede yaşıyoruz. Bunu görmek lazım. Bizim hedefimiz, Erdoğan’ın aldığı oy kadar imzayla ona bir güvensizlik oyu söylemek. 27 milyonu hedefliyoruz. Bundan sonra geriye doğru sayacağız. Mahalle mahalle, kapı kapı, sokak sokak geziyoruz ve imza topluyoruz. Şimdi ismini yanlış söylemeyeyim, yanlış ilçe söylerim ama dün Tekirdağ’da arkadaşlarımızın yanına birini getirmişler. Bir ilçenin önceki İlçe Başkanımız almış eline föyleri Tekirdağ'ın bütün köylerini gezerek bireysel 10 bin imza toplamış. 10 bin… Akıl almaz. Dedim ki ‘O imzaları genel merkeze getirsin. Tetik edelim. Bir grup toplantısında bu imzaları ben teslim alayım.’ Bir kişi 10 bin imza toplamış. Yani inanan bir partilinin neler yapabileceği... Kendi arabasına binmiş. Üç arkadaşını, dört arkadaşını almış. Tekirdağ’ın bütün köylerini gezerek 10 bin imza toplamış. Biz bu imzalar konusunda Meclis tatile girdikten sonra milletvekillerimizle birlikte özellikle, şimdi yüzdesel olarak yayıyoruz; imzada önde olan iller, ortalamanın gerisinde olan iller; oralara da özel çalışmalar yapacağız. 20 milyonu zorladığımız bir noktadayız. 27 milyona doğru kararlılıkla gidiyoruz. Bir de bu imza meselesinin şöyle güzel bir tarafı var: Elde imza gidiyorsun. Atmak isteyen görür görmez çağırıyor atıyor. Tereddütü olan, ‘Neden tereddütü var?’ diye gidiyorsun. Diyor ki ‘Benim torun polis.’ ‘Oğlum gelecekte mülakata girecek.’ ‘Kendim devlet memuruyum.’ Onlara imzaların Tayyip Bey’in eline geçmeyeceğinin garantisini veriyoruz, imza alabiliyoruz. Bir de imza istediğinizde soranlar var. Mesela adam diyecek ki ‘İyi de bu KİPTAŞ’tan bu 100 tane ev mevzusu varmış, ne oldu?’ Orada da onu anlatmak imkanı buluyorsunuz. Bilinçli ve elinde föyle giden, öyle yalap şalap iş yapan değil. İmza vermeyene de ‘Neden vermiyorsun?’ Diyor ki ‘Yolsuzluk var.’ Anlatıyor, kanıtlarını söylüyor ve sahada bir ikna üretiyor. Bunu bu açıdan da çok kıymetli buluyoruz. (CHP Temsilcisi KKTC’de Cumhuriyet Halk Partisi’ne çıkan oy kadar imza topladı.) Şimdi devam etmesi lazım. Yanındakine (AKP KKTC temsilcisi) çıkan oy kadar imza toplaması lazım. (O da diyor ki ‘O da destekledi.’) Duyulmasın, yakmayın adamı. AK Parti’de o işler şey değil. (KKTC’ye dört kez mi gittiniz?) Dört kere gittim. Beşincisi de temmuzda gideceğiz tekrar.”

“2,5 MİLYAR OLMADIĞI İÇİN ZEYTİNLİKLERİ FEDA EDİYORLAR”

(Meclis Genel Kuruluna gelecek olan zeytinliklerle ilgili yasa teklifi ile ilgili) “AK Parti’den ismini vermeyeceğim bir arkadaşa dedim ki ‘Yahu bu işten ne faydanız var? Siz bunu getiriyorsunuz. Kamuoyu kızıyor, geri çekiyorsunuz. Bu insanların belli hassasiyetleri var. Anadolu’da zeytin üzerinde çok ciddi hassasiyet vardır. Ne gerek var?’ Herkesin bildiğini tekrar etti. Bu firmaya bu yeri vermişler, 2,5 milyar dolar da parayı almışlar. Aldıkları sırada da demişler ki ‘Biz halledeceğiz.’ Firma diyormuş ki ‘Ben zeytinden, zeytinlikten, madenden geçtim. Paramı verin gideyim.’ Verecek 2,5 milyar para olmadığı için zeytinlikleri feda ediyorlar. Durum tamamen bu, bundan ibaret. Bu yüzden de çok net bir durum var ortada. Bu zeytinlik meselesi kamuoyu ne kadar tepki gösterirse o kadar sonuç alınan bir konu. Henüz Meclis’ten geçmedi. Birkaç kişiden duydum; ‘Yahu bu sefer geçirmişler.’ Geçmedi, daha komisyondan geçti. Meclis’te oylanacağı ana kadar bunun mücadelesini kamuoyunun vermesi lazım. Devamında biz Anayasa Mahkemesi’ne elbette gideceğiz.”

“ASGARİ ÜCRETE ZAM TALEBİ İÇİN BİR PAKET HAZIRLIYORUZ”

(Asgari ücrete temmuzda ara zam talebi için) “AK Parti iktidara geldiğinde asgari ücret yedi çeyrek altın alıyordu, şu anda üç çeyrek altın alıyor. Yani AK Parti iktidarı asgari ücretliyi altın üzerinden olduğunun yarısından geriye götürmüş, kendinden önceki durumdan. Bu şartlar çok ağır. Özellikle asgari ücretin en büyük sorunu yılda bir kez belirlenip, bir yıl boyunca enflasyonun yarattığı aşınma, küçülmeyle mücadele ediyor. Enflasyon yüzde 7 olunca bu yüzde 7’lik bir kayba denk geliyor. Sene sonunda alınan zamla telafi oluyor-olmuyor tartışılır. Elbette sadece enflasyonu değil; büyümeyi, refah payını da vermek lazım. Ama şimdi mesele o değil. Mesele; bugün ülkeyi yöneten iktidar seçime giderken enflasyon yüzde 38’di o gün ve dedi ki Erdoğan ‘Tek hanenin üstünde olunca -yüzde 9-10’u geçince enflasyon- bunu yılda bir değil, iki değil, dört kez güncellemeyi düşünmek lazım.’ ‘Martta, temmuzda, ekimde de yapmak lazım’ dedi. Bunu diyerek oy aldı. Bunu söyledikten sonraki sene geçen sene oluyor, 17 bin 2 liraya bir kuruş zam almadı. O 17 bin 2 lirayla insanlar çok güçlükle yaşadılar. Tam zam alacakları zaman enflasyon kadar değil; gerçekleşen enflasyon kadar değil, beklenti enflasyon kadar… Yani hükümetin beklentisi yüzde 30’du diyelim, gerçekleşen enflasyon 39, aradaki farktan. Orada önce otuz, motuz dediler. 14 puan eksik zam yaptılar. Bir de onun darbesi geldi. 22 bin liralık asgari ücret, verildiği günden bugüne TÜİK hesabına göre bile 3 bin 500 lira eridi. Bu şu demek: İlk altı ayda verilen zam bitti. İkinci altı ay geçen seneden de kötü olacak. Buna insanların dayanacak gücü kalmadı. Bunun için de ara zam talebimiz var. Bunu Bursa mitingiyle başlattık, meydan meydan geziyoruz. Meydanlarda olmadığımız günlerde önce DİSK ile başladık. Sabah Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, öğleden sonra TİSK; Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu. Ertesi gün Hak- İş, Türk-İş. Esnaf boyutu var işin. Esnaf için de asgari ücret iki boyutlu. Veren tarafta olunca artmasından korkuyorlar. Ama bir yandan da asgari ücretlide para olmayınca iş yapamıyorlar. Esnaf asgari ücrete zam istiyor ama ‘Kendim nasıl artıracağım yanımda çalışana? diyor. Ona da bir teşvik paketi hazırladık. Onu da geçen hafta esnafların konfederasyonunun başında Bendevi Palandöken ile gittik, konuştuk. Bütün arkadaşlarımız gittiğimiz, dolaştığımız her yerde tüm bu yapıları iller bazında da geziyorlar. Biz bir ara zam yapılmasını, hatta ‘Ara zam hakkımız, söke söke alırız’ diye meydan meydan bağırıyoruz. Tek tek paydaşlarla görüşüyoruz. Meclis için bir paket hazırlıyoruz. Görünen şu: Zaten biz ‘30 altında yokuz’ demiştik, bunlar 22 bin lira verdi. Şimdi temmuz ayı için 22 binde tutmaya uğraşıyorlar. Oysa ki olması gereken 30 binin üzerinde, 35 bin liraya yakın bir rakam. Tabii burada mutlaka teşvik koymak lazım. Küçük esnafa, KOBİ’ye ve özellikle tekstil sanayisi gibi ihracatta düşük asgari ücretli ülkelerle mücadele etmek zorunda olan iş kollarına farklı teşvikler koymak lazım. Çünkü Mısır’daki asgari ücretle Türkiye’deki işçiyi karşılaştırdığında perişan olur bizim adamlar. Ya da işte Hindistan’daki asgari ücretle. Böyle bir büyük çalışma içindeyiz. Ama temmuz ayında hem emeklilere seyyanen zam verilmesi lazım. Çünkü bu TÜİK hesabına göre perişan oldu emekliler. İki, asgari ücretliye ara zam en temel talebimiz. Buradan vatandaşlarımıza bir tek şey söyleyeceğim: Bunu konuşmayı siyasilere bırakmasınlar. Bunu almanın yolu şu: Minibüste bu konuşuluyorsa, ev gezmelerinde, günlerde bu konuşuluyorsa ki konuşuluyor, bu zam alınır. Daha yüksek sesle konuşmak ve şunu söylemek lazım, AK Partinin ve AK Partililerin duyacağı şekilde. ‘Bu zammı vermezlerse bir daha oy vermeyeceğim’ dedi mi AK Partililer bu zammı alırlar. Ha son bir kez Tayyip Bey’den istiyor vatandaş çünkü şu an iktidarda o. İktidara geldiğimizde kendi hazırlığımızda şu var: Bir yasa çıkaracağız, ‘Asgari ücret nasıl zam görecek? Üç ayda bir enflasyon iyileştirmesi, artı şunu alacaksınız’ diye kanun çıkaracağız. Böyle üç ayda bir, altı ayda bir söyleyip; ‘aldım, alamadım’ ile uğraşmayacak kimse. Otomatik üç ayda bir zamlanacak asgari ücret Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarında.”

“350 BİN ANKETLE ADAY BELİRLEYİP 255 BİN ANKETLE TAKİP ETTİK”

(MYK ve partinin yetkili organlarında yaş ortalaması 50-52 civarına geldi) 42 PM, 44 MYK yaş ortalamamız. (İlk seçimde de halk sizi değişimle ilgili olarak ödüllendirdi. Yeni bir kurultay yapmak durumunda kaldınız.) Şimdi birincisi bizim yaşadığımız şuydu: Biz 14-28 Mayıs’ta kazanmamız gereken bir seçimi kaybettik. Bir anda öğretmenevine giden 10 öğretmenden 8’i gidip de öğretmenevinde oturmamaya başladı, evine kapattı kendini. Sokakta Cumhuriyet Halk Partililer değil, bu iktidar değişsin isteyenler birbirinin gözüne bakamamaya, başı önde yürümeye başladı. Gençlerin omuzları düştü. Gençler konuşmamaya, şakalaşmamaya başladılar. Bir duygusal kopuş yaşandı. Biz o gün dedik ki ‘Cumhuriyet Halk Partisi bir özeleştiri yapmalıdır.’ Siyasette özeleştirinin en güçlü yanı kurultaydır. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi kurultayla kurulmuş, kurultayla büyümüş bir partidir. Atatürk’e partinin kuruluşunu söylediklerinde, daha doğrusu ‘Partinin ilk kurultayını yapıyorsunuz’ dediklerinde ‘İlkini Sivas’ta yaptık’ demiştir. Sivas Kongresi’ni. Bu parti Sivas Kongresi ile kurulmuş. Kurultay yaptık. Kurultayda özeleştiri yaptık, eleştiri yaptık. Doğru bulduklarımızı, yanlış bulduklarımızı ve bir değişim talebini ortaya koyduk. Bu ortaya koyduğumuz değişim talebi, bu yaptığımız özeleştiri ve devamında gençlerle, kadınlarla, anketlerle ilerleyen, rakibimiz çünkü en çok anketleri kullanıyor. Doğru aday belirleyen, adayları sahada anketle takip eden… 350 bin anketle aday belirledik, 255 bin anketle sahada adayları takip ettik. Biz Ferdi Zeyrek’in yüzde 60’a gidişini anket anket, gün be gün takip ettik. Biz Ferdi ile Manisa’da yüzde 6 da aldık, yüzde 60 da aldık. Bir anda, ben size söylemiştim. İlk inanan da siz oldunuz. Dedim ki ‘Bütün Ege’yi alacağız. Hatta yetmeyecek Kilis’ten bile sürpriz yapacağız’ dedim. Deyip de kazanamadığımız bir yer kalmadı. Bu Cumhuriyet Halk Partisi tarihinin en önemli sıçraması, en önemli yerel seçim zaferi. (Hatta bana ‘Bir tek seçimde uktedir Gaziantep, sonraki seçimde alacağız’ dediniz.) Gaziantep’i inanmadık diye alamadık, inandıramadık diye alamadık. Kocaeli, Gaziantep. Samsun. Cumhuriyet Halk Partisi için çok önemli, sembol, ilk adımın atıldığı yer, Atatürk’ün şehri, kurtuluşun başladığı yer. İki tane emeğin başkenti; Gaziantep ve Kocaeli. Bunları almadan olmaz. İlk seçimde açık farkla almamız gerekiyor. Bu noktaya geldik.”

“NE KAYYIM ATAYABİLİR, NE SEÇİMLERİ İPTAL EDEBİLİRLER”

“Sonrasında iktidar şunu gördü: ‘Cumhuriyet Halk Partisi, bu genç ekiple, bu güçlü yürüyüşle bizi darmadağın edecek. Ne yapmak lazım? Cumhuriyet Halk Partisi’ni tartıştırmak lazım, karıştırmak lazım.’ Bunun için görüyorsunuz. Şimdi biz boykot yapınca sızıyorlar. Öyle ekipler çıkarıyorlar ki televizyonlara, yandaş kanallara, merkez medyaya. Teker teker her gece Cumhuriyet Halk Partisi tartışıyorlar. Bu sırada bir müfteri, bir iftiracı, bir meczup. Ki hakkında dün de gördüm, iftira atmadığı kimse kalmamış. Herkes de dava açmış, teker teker de davalar kazanılıyor. Cumhuriyet Halk Partisi kurultayı hakkında bir iftira attı Bursa İl Başkanımıza. O da kişiye dava açtı. Açılan davada biz mağduruyuz işin. Ankara’ya yollayıp bir davaya çevirdiler. Sonuç odaklı değil, süreç odaklı bir türbülans yaratmaya çalışıyorlar. Şöyle sonucunda bir şey elde edemezler. Bu partiye ne kayyım atayabilirler, ne yok butlan yapıp seçimleri iptal edebilirler. Sen neyi iptal ediyorsun? Cumhuriyet Halk Partisi gitmiş kurultay yapmış. Kurultayda yarışmışız. Kurultayın bir tarafında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu var. Partiyi yıllardır yöneten Genel Başkan. Kurultayın başında Ekrem İmamoğlu var. Ona da kurultay yönetmeyi Kemal Bey teklif etmiş. Biz de büyük bir memnuniyetle kabul etmişiz. Ekrem Başkan bu kadar iftiraya uğruyorken şimdi Kemal Bey’in yıllardır yönettiği partinin yaptığı kurultaya mı ‘şaibeli’ diyeceğiz, Ekrem Başkan’ın yönettiği kurultaya mı? Böyle bir duruma getiriyorlar. Partiyi tartıştırmak, Ekrem Bey’i tartıştırmak için bin tane yalan atıyorlar. Bir yerden sonra artık gına geldi bunlara. Bir de bir hazırlık duyduk. Ankara’daki mahkemelerden alamadıkları kararı, Anadolu’da bir mahkemeden alıp getirip partiye kayyım atayıp da ne yapmaya çalışıyorlardı hatırlayalım. 19’unda Ekrem Başkanımızı aldılar, biz 23’ünde sandık koyacağız. Onlar Ekrem Başkanı alınca seçim iptal olur sandılar. Biz ‘Hayır, aksine milletin de önüne sandık koyacağız, dayanışma sandıkları koyacağız’ dedik. Biz bunu söyleyince bu sefer cuma günü öğleden sonra partiye kayyım atamaya kalktılar. Biz de olağanüstü kurultay kararı aldık. ‘Haydi o delege gelsin bakayım’ dedik. Aynı delege geldi, bu sefer geçerli oyların tamamını bana vererek. Bin 170 küsür oyla Cumhuriyet Halk Partisi delegesi iradesinin arkasında durdu. Orada da partinin benden önceki dört Genel Başkan’ı vardı. Bu delegeye ve kurultayın temizliğine yönelik yaptığım konuşmada da bütün salonla birlikte dört Genel Başkan da lütfettiler ayakta alkışladılar; Sayın Altan Öymen, Sayın Hikmet Çetin, Sayın Murat Karayalçın ve Sayın Kemal Kılıçdaroğlu. Bu vakitten sonra daha ne tartışması? Ama halen Cumhuriyet Halk Partisi’ni tartışmaya çalışan bir anlayış var.”

“SONUÇ DEĞİL CHP’NİN TARTIŞILDIĞI BİR SÜREÇ İSTİYORLAR”

“30 Haziran’da bir şey olmaz. Hukuken olmaz, mümkün değil. Ama kim ne yapmaya çalışırsa çalışsın Cumhuriyet Halk Partisi’ni asla ve asla müfterilerin, iftiracıların, meczupların karıştırmasına izin vermeyeceğiz. Parti, 47 yıl sonra birinci parti olmuş. Anketlerde yedi puan önde. Türkiye haritasında işte eskiden kıyı şeridinde bir ince kırmızı çizgi varken, bütün Türkiye’yi kırmızıya boyamışız. Ondan sonra tutacak, Cumhuriyet Halk Partisi’ni tartıştıracaklar. Neden? Ben ne tartışıyorum meydanlarda? Asgari ücret tartışıyorum, emekli maaşı tartışıyorum, buğday fiyatı tartışıyorum, çiftçiye destek tartışıyorum. Esnaf kefaret kredilerinin faizlerinin yüzde 28’e çıkmasını ama Kredi Garanti Fonu’nda yüzde 8’de kalmasını tartışıyorum. Ne tartışıyorum? En büyük adaletsizliği, bir sonraki Cumhurbaşkanı’na yapılan darbe girişimini, darbeyi tartışıyorum. Bana diyorlar ki ‘Bunları bırakalım. Cumhuriyet Halk Partisi’ni tartışalım.’ Bunu söyleyen herkesin, onu açıkça söyledim… ‘Milletin sorununu tartışma, adaletsizlikleri tartışma, kendi içinde CHP’yi tartış.’ Bu dönemler geride kaldı kardeşim. (30 Haziran’da ne bekliyorsunuz?) Hiçbir şey beklemiyorum. Büyük ihtimalle başka bir tarihe ertelenecektir mahkeme. O tarihten sonra da başka bir tarihe ertelenecektir. Eninde sonunda da bir sonuç doğurmadan mahkeme bitecektir. Ama adamlar sonuç istemiyorlar. CHP’nin tartışıldığı bir süreç istiyorlar. Her akşam TGRT’de CHP tartışılsın istiyorlar. Her akşam yandaş kanallarda, A Haber’de bilmem nerede CHP tartışılsın istiyorlar. Maksat bu. Ben de buradan bütün sevenlerimize, dostumuza, üyelerimize şunu söylüyorum: Kardeşim bir uçakta insanlar ne zaman paniğe kapılır, çığlık atar? Türbülans olduğunda değil, anons yapılmadan türbülansa girersen. Türbülanstayız kardeşim. Bizi karıştırmak için içeriden, dışarıdan dünya kadar türbülans yaratmaya çalışıyorlar. Kemerleri bağlayın. Yanınızdakinin elini sıkı sıkı tutun. Kaptan pilota da arkadaşlarına da uçuş ekibine de güvenin. Uçak da sağlam, ekip de sağlam. Yolcularımızın da hepsini çok seviyoruz. Bu türbülansın içinden bu partiyi de bu ülkeyi de biz çıkarırız. Bu kadar net. Hiç kimse endişe etmesin. Devletin eliyle, sarayın gücüyle, devletin bütün imkanlarıyla iktidara yürüyen CHP’nin, ayağını birbirine dolandırıp, kendi kendine düşürmenin hesabını yapıyorlar. Çünkü onlar düşüremedi. Yarışı biz kazanacağız. İçeriden çelme çakmaya çalışıyorlar. Biz buna asla ve asla taviz vermeyiz. 30’unda bir şey olmaz, bundan sonra da bir şey olmaz. Bu partinin de kurultayın da. Seçilmemiş kimseye bu parti emanet edilmez.”

“O AVUKAT ARKADAŞIN BİZİMLE BİR DERDİ VAR”

(Kamuoyunda Sayın Kılıçdaroğlu’nun açıklama yapması beklentisi var. Bana ziyaretimde ‘İsmail Bey ben kurultay bitti, bir hafta-10 gün sonra video çektim, anlattım zaten’ dedi.) Geçen hafta Ekrem Başkan’ın yanına gittim. Ekrem Başkan dedi ki ‘Kemal Bey geldi. Ben kendisine dedim ki: Partiyi siz yönettiniz, kurultayı ben yönettim. Kurultayda bir şey var mı? Yok, dedi.’ ‘Bunu bir açıklasanız, bekliyor millet’ deyince, aynen size söylediğini demiş Genel Başkan. ‘Video çektim, söyledim kurultay tertemiz diye’ dedi. Ekrem Başkan dedi ki ‘Bunu da söyle Genel Başkan bana böyle dedi.’ Söyledim. Sonra güya Kemal Bey’in avukatı olan bir arkadaş çıktı, abuk sabuk bir açıklama yaptı yeniden bir tartışma başlatmak üzere. Onu görsen, desen ki ‘Kemal Bey’in avukatı bu.’ Adam uğraşıyor, butlan olsun diye. Adam uğraşıyor sanki kurultayda şaibe varmış der gibi. İnanamıyorum yani inanamıyorum o yapılan sorumsuzluğa. Sonra Ekrem Başkan Kemal Bey’e bir mektup yazmış. Bana söyledi. ‘Mektup yolladım’ dedi, ‘Bu avukatın sorumsuzluğu nedir? Bu arkadaş ne yapmaya çalışıyor? Sizin söylediğiniz sözü, bana söylediğiniz sözü öyle bir şey yok diye güya Genel Başkan’ı yalanlıyor. Beni yalanlıyor. Aramızda olan diyaloğu yalanlıyor’ diye. Kemal Bey onun gereğini yani mektupla veya açık iletişimle mutlaka yapacaktır. Demez, demez. Kemal Bey kendi diyor ‘Ben video çektim, kurultay tertemiz diye bir sene önce’ diyor. Bakın size de demiş. (Bana söyledi.) Ekrem Başkan’a demiş, bunu söyleyince ‘Demedik’ diyor. (Ben sordum. ‘İsmail Bey ben video çekip yayınladım’ diyor.) İşte maalesef bazıları kendi hesaplarıyla. Şimdi ben o avukat arkadaşın geçmişte ne varmış ne olmuş, açık söyleyeyim. O avukat arkadaşın bizimle şöyle bir derdi var. Geçmişte Kemal Bey’in davalarını görmek için partiden ödeme alıyormuş. Bizim dönemde de çok uzun süre aldı. Sonra davalar azaldı. Ya benim avukatıma 1 lira ödemiyoruz. Bir partinin genel başkanını savunmak için para alınır mı ya? Bugün diyeyim ki ‘Avukatım görevi bıraktı.’ 20 dakika sonra kapıya 20 tane CHP’li avukat gelir, ‘Genel Başkanım seni ben savunacağım’ diye. Bugün Türkiye’de söyleyeyim, CHP’li 50 bin, 100 bin avukat benim davalarıma gönüllü girer. Bu arkadaş, partiden bir ödeme alıyormuş. Partinin zaten imkanları dar, sorunumuz çok. Belli bir yerden sonra ‘Ödeme yapamayacağız’ dedik. Şimdi partiye düşmanlık yapmak için böyle işler yapıyorlar. Açık söylüyorum. İlk kez de buradan söylüyorum. Bana geldi, ‘Sizi de savunayım. Şöyle yapayım, böyle yapayım. Ben sizi severim geçmişten beri.’ Biliyorum geçmişte de gayet nazik bir ilişkimiz vardı. Birbirimize bir kere kötülük yapmamışız. 10 yıldır partiden maaş almış. Beni savunmak için partiden para istiyor. Ben de dedim ki ‘Böyle bir şey yok arkadaş.’ Benim avukatım var. Benim avukatlarım bugüne kadar partiden bir kuruş para almadılar, almayacaklar bu kadar basit. Bunun üzerinden düşmanlık yapıp Kemal Bey ile Ekrem Bey arasında konuşulan şeyi dışarıda bu yalanlıyor. Nasıl denk geldi, siz hatırlattınız. Ekrem Bey bununla ilgili Kemal Bey’e mektup yazmış bu konuda, ‘Ne yapıyor bu avukat arkadaş?’ diye. Siz de dediniz ki ‘Aynısını Kemal Bey bana da söyledi.’ Bu kadar net. (‘Kamuoyunda bir beklenti var Kemal Bey’ dedim, ‘Ben kurultaydan sonra video çektim’ dedi. Siz o videoyu izlediniz mi?) Hepimiz izledik. Biliyoruz. Kemal Bey’in bu hatırlatması da çok kıymetli zaten. Ekrem Bey’e bu videoyu hatırlatıyorsa, Türkiye’nin en çok izlenen sabah programının sunucusuna bunu hatırlatıyorsa… ‘Ben o zaman söyledim, kurultayımız tertemiz, kurultayımızda bir şey yok. Temiz kurultayımızı kimse kirletemez’ diyor. AK Parti’ye söylüyor bunu. Ondan sonra çıkıp da bunu, bu söylenmiş sözü yalanlamanın ne anlamı var? Yeni bir türbülans yaratmanın.”

“AKP’DE SİYASET MAKİNASI DURDU, ÇÖZÜM ÜRETEMİYOR”

(İktidar hamlelerinin siyaseten nasıl sonuçlanacağını bildiği halde neden yapıyor?) Adalet ve Kalkınma Partisinde siyaset makinası durdu. Üretemiyor. Halkın sorunlarına çözüm üretemiyor, pozitif gündem üretemiyor. Siyaset umudu örgütlemektir. İnsanlara umut vermek ve sonra da bu verdiğin umut doğrultusunda hizmet vermektir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin beğenelim, beğenmeyelim geçmişte işleyen bir siyaset makinası, içinde siyasetçiler vardı. Siyaset makinası durdu. Bunun birçok sebebi var, kötü yönetim, liyakatsizlik, yola çıktıklarını yolda bırakmak. 33 kişiyle kurmuş partiyi yanında ikisi var gerisinin hepsi karşısına geçmiş. Gitmiyor artık. Maalesef bu tek adam rejimi öyle bir şey ki; ülke için zararlı olduğu kadar parti için de zararlı. Tek adam her şeye karar veriyor ve parti içinde siyaset üretebilecek kimse dinlenmiyor ve diskalifiye edilmiş durumda. siyaset üretmeyenler kumpas üretiyorlar. Kumpas üretenlerin aklı fikri iftiraya, çelmeye çalışıyor. Seçimi kazanamıyorlar iptal ettirmeye kalkıyorlar. Ekrem Bey’i yenemiyorlar hapis etmeye çalışıyorlar. Ekrem Bey’in karşısına seçimi kazanacak aday bulamıyorlar, Ekrem Bey’in adaylığına mani olmaya çalışıyorlar. Bunların hepsi bu milletten döner. Hep döndü, dönmediği hiç olmadı. Ne 1960 darbesi, darbeyi yapanların hesap ettiği sonuçları doğurarak ilerledi. Ne 12 Mart muhtırası. 12 Mart muhtırası Ecevit’i doğurdu. 12 Eylül darbesi, Kenan Evren’in işaret ettiği kişiyi değil, Özal’ı seçti, Özal’ı doğurdu. 28 Şubat süreci ve devamındakiler, Tayyip Erdoğan’ın ömrü boyunca… Ya adam Beyoğlu’ndan Belediye Başkanlığı seçimini kaybetmiş. Milletvekili adayı olmuş Meclis’e girememiş Erdoğan’ı parti kurdurup, birinci parti yaptı. Neden? Haksız bir hapse atma meselesi. Bakın haksızdı. Hapse atılması haksızdı. O gün de ‘haksızdı’ diyordum bugün de öyle diyorum. Aynı bugün Ekrem İmamoğlu’nun hapse atılması gibi. Yalnız arada fark var. Tayyip Bey yargılanırken evine hiç polis gitmedi. Tayyip Bey’i gözaltına almadılar, nezarette tutmadılar, bir gün tutuklu yargılamadılar. Cezası kesinleşince telefonla Pınarhisar cezaevine çağırdılar. Davulla, zurnayla, halayla otobüsün üzerinden konuşma yaparak Saraçhane’den uğurlandı. Ve böyle gitti. Buna bile millet izin vermedi. Karşısında şimdi Ekrem Bey çoluğuyla çocuğuyla, arkadaşlarıyla tehdit edilen, yaşlı babasıyla, babasına, annesine kadar huzur verilmeyen, kendisi görevdeyken gözaltı, görevdeyken tutukluluk ve görevdeyken, daha iddianame yokken gazeteler üzerinden haysiyet cellatlıkları süreci yaşanıyor. Millet bunu affeder mi? Asla affetmeyecek. Ekrem İmamoğlu normalde Cumhurbaşkanı seçilirdi, CHP de birinci parti olurdu. Biz belki 200-210-215 milletvekili ile başka partilerle falan… Bu yaptıklarından sonra CHP’yi 300’ün üzerinde milletvekilliğine taşıyorlar, Ekrem İmamoğlu’nu da birinci turda seçimi alacak noktaya getiriyorlar.”

“O ÇOK KOLAY İŞ AMA TAYYİP BEY’DEN FARKIM KALMAZ”

(İmamoğlu’nu bu kadar savunmasanız daha rahat etmez misiniz?) Ederim. ‘Kendim adayım’ desem acayip popüler olurum. İktidar medyasının da işine gelir. Beni Tayyip Bey’le yan yana koyarlar. Bazen överler, bazen yererler. Çok kolay iş. Ama o zaman Tayyip Bey’den farkım kalmaz. Yola çıktığım arkadaşımı arkada bırakmış olurum. Biz yola çıktığımızı geride bırakmayız. Biz yoldan gelene alan açarız, yanımızda herkese yer var. Ama kimseyi geride bırakmayız. Hele hele bir arkadaşım benim, bugün hapisteyse ona sırtımı dönemem. Her hafta gidiyorum ben. Bakın Cumhuriyet tarihinde herhangi bir Genel Başkanın cezaevi ziyaretlerine bakın. Partisinden tutuklu bir milletvekili varsa bayramda bir ziyaret yapmıştır. Bir bakın bakalım, her hafta hem arkadaşına hem imkan olduğunca 8 kişi 10 kişi. Ben dün Tekirdağ Cezaevi’nde ziyaret ettiğim üç kişiyi hayatımda ilk kez gördüm. Ama niye? ‘Koskoca Genel Başkan kalkmış Tekirdağ’a gelmiş. Ekrem Başkan’ı her hafta ziyaret ediyor. Biz de içeride yatıyoruz, İBB personeliyim, bana gelmedi’ demesinler diye gittim. İyi ki gittim. AK Partili biriyle tanıştım orada. Diyor ki ‘AK Parti döneminde yapılıp da bugün başka yapılan hiçbir şey yok’ diyor. ‘Ben hep aynı imzaları atıyorum’ diyor. AK Partide aklı başında, vicdanı olan, geçmişte önemli görevlerde olan bir kişi çıkıp bu dosyayı savunmuyor. Savunamaz. Bakın Cemil Çiçek diyelim örneğin. Cemil Bey çıkıp da bu dosyayı savunup da karşısında alacağı cevaptan duyacağı mahcubiyet Cemil Bey’in siyaset ahlakında yok. O yüzden savunmuyor. Çünkü şu an savunulabilecek bir tez yok ortada. Bülent Arınç bu dosyanın neresinden tutacak da savunacak? Hüseyin Çelik. Yani AK Parti’nin köşe taşları bunlar. Bir muhterisin yaptığı ve yaptırdığı işler bunlar ve sandıktan kaçmanın kimseye faydası yok. Sandıktan kaçan kendisini inkar eder. Kaçamazsın. Bu millet her şeyini verir sandığı vermez.”

“BİZ NE GÜNLERDEN GEÇTİK, MÜSAVAT BEY’LE AŞAMAYACAĞIMIZ BİR ZORLUK YOK”

(Ümit Özdağ’ın ‘CHP baskı altında’ sözleri) Tarihte hiçbir partinin uğramadığı baskı altındayız. Çünkü biz tarihin akışını değiştirecek adımlar atıyoruz. Bizim Erdoğan'ı yenecek adayımız var, enerjimiz var, gücümüz var ve buna karşın Erdoğan'ın iktidarını kendileri açısından olmazsa olmaz gören bir ekosistem var. O buna direniyor ve bunun için devletin bütün imkanlarını, meşru, gayri meşru bütün imkanlarını bize karşı kullanıyor. Tarihin en büyük saldırısı, iftirası, işkencesi altındayız. (İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu ile görüşeceksiniz) Aslında Müsavat Bey taziyeye gelecekti. Ben çarşamba günü Ankara'ya geliyordum. Bizim özel kalemler arasında iletişim kurarken onlar perşembe İstanbul’a gideceğiz demişler, akşam üzeri gideceğiz denilmiş. Cuma da sizin yayınınız varmış. Bugün de 15.30’da Müsavat Bey ve kuvvetli bir ekip hem taziyeye hem sohbete gelecekler.) (Talat Paşa meselesi hakkında) Oluyor bunlar. Meclis’te olur. Müsavat Bey ve biz Meclis’te Grup Başkanvekili olarak birlikte çok görev yaptık. Birbirinin gözüne bakarak anlaşan bir süreci yürüttük birlikte. O kadar birbirimizden anlarız. Bazen birimiz zora düşer, öbürümüz toparlar. Bazen öbürümüz düşer, o toparlar. Destek atarız, yardım, işbirliği yaparız, şakalaşırız bu işleri Meclis’te çözeriz. Meclis’te ilk hafta. Arkadaşımız kendi ifadelerindeki gibi ilk haftanın heyecanı içinde. Yanında görev yapan arkadaşımız da aslında kürsüde tecrübeli olmasına rağmen, olmayacak iş yaparak başkanlık divanına vurunca işler böyle karışmış. Arayı verdiler arkada çözülse iyiydi, çözülmemiş. Biz bugün çözeriz o işi. Bizim Müsavat Bey’le aşamayacağımız bir zorluk yok. Biz ne günlerden geçtik. Şunu düşünün. Aynı Meclis’teyiz. Onun Genel Başkanı masadan kalktı. Sonra geri oturdu. Onun partisinden bilmiyorum ama 30 milletvekili bizim hakkımızda, Kemal Bey hakkında çok sert tweetler attı, silindi. Biz öyle bir süreci kavgasız yönetmişiz Müsavat Bey’le, bizim aramızda bir şey olmaz. (Müsavat Bey bana ‘Meral Hanım’a bir soranız o tarihte neler oldu diye.’) İki parti birlikteydik. Birimizin lideri masadan kalktı. Birimiz oradaydık. En büyük gerilimi biz gruplarımızı kavga ettirmeden, en iyi şekilde geçtik. O şundan; Müsavat Bey ile aramızda bir abi-kardeş, bir dostluk, güvene dayalı bir hukuk var. Yarın öbür gün, siyaset bitince, benim Babalar Günü’nde, bayramda, seyranda arayacağım insanlardan biri Müsavat Dervişoğlu. O yüzden bizim aramızdaki hukuk, her zorluğu aşmaya yeter.”

“MUHALEFET AYRI AYRI BÜYÜYEREK İKTİDARI DEVRALMAYA HAZIRLANIYOR”

(Müsavat Dervişoğlu’nun ‘İktidara yakınlaşmadan, muhalefete de uzaklaşmadan’ sözleri hakkında) Zaman zaman bu konuda bazı eksikler, kusurlar, hatalar olabilir. Zor bir şey deniyoruz. Geçen seferki kolaydı, ama sonuçları iyi değildi. Neden? Altı siyasi parti; önce dört, sonra altı. Görülmeyen bir zincirle bellerinden birbirlerine bağlandı. Bunlar ayrı ayrı koşucular. ‘Koş’ diyorsun, biri birine engel oluyor, öbürü öbürüne. İster istemez. Şimdi daha zor bir iş yapıyoruz ama daha güzel sonuç alacak bir iş yapıyoruz. Partiler müstakil, ayrı ayrı, herkes kendi seçmenine hitap ediyor. Herkes her seçmene hitap ediyor. Ben ne diyorum? ‘Milliyetçi demokratlar, muhafazakar demokratlar, Kürt demokratlar hep beraber Türkiye İttifakı’yız’ diyorum. Eskiden bir Millet İttifakı tarifi. Avantajlı yanlarının yanında, ki iyi niyetli bir çabaydı. Asla o çabayı kötü niyetli, yanlış falan... Ama bir deneyimimiz var. Geçen gün ne dedi DEVA Partisi Sayın Genel Başkanı Babacan? ‘Geçen seçimden ders almalıyız’ dedi. ‘İki artı iki beş etsin, dedik. Dört bile etmedi. Birbirimizi daralttık’ dedi. Şimdi herkes kendi kulvarında doğru bir şekilde koşuyor. Çaba sarf ediyor, emek veriyor. Bütün muhalefet liderlerinin bir; emeğine, gayretine saygı duyuyoruz hepimiz birbirimizin. İki; dayanışma içindeyiz. Bana gösterilen dayanışma, Saraçhane’ye 16 parti yöneticileri geldi, 14’ünün üst dizey yöneticisi ve Genel Başkanı geldi. Biz de Saraçhane sürecinde ve devamında bir başka partinin ki aramızda oy geçişkenliği olabilir, gençlerden en çok oy alan parti biziz, Zafer Partisi gençler üzerinde etkili. Kendi Genel Başkanımıza sahip çıkar gibi Sayın Ümit Özdağ’a sahip çıktık. O da geldi, asansörden çıktı ki Ümit Başkan’la biz cezaevinde bile el sıkışıyorduk. Birbirimize sarıldık, tutamadık kendimizi. Neden? Çünkü bir gönül bağı ve samimi bir dayanışma. Ben biliyorum ki yarın beni içeri atsalar, Ümit Özdağ da aynı dayanışmayı gösterecek. Ümit Özdağ, Ekrem İmamoğlu için. Hatta bir ara ‘araları limoni’ gibi haberler olmuştu, Diyor ki ‘Ahmet Özer’in ne kadar kıymetli bir kızı var, avukat. Bana da geldi Ahmet Bey şunları söyledi.’ Muhalefet ama hapishanede, ama meydanlarda, ama Meclis’te dayanışarak ve ayrı ayrı büyüterek bu iktidarı devralmaya hazırlanıyor. Bu çok kıymetli. (Ümit Özdağ Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Özer ile ilgili açıklamalar yaptı.) Bunların hepsi çok kıymetli. Aslında bazen şöyle bir şey oluyor. Ben bazen miting meydanlarında AK Partili gençlere, ‘AK Gençlik’ diyorum, ‘Dedeniz, babanız, reisiniz, topu aldı eve gidiyor.’ Maç yapıyorduk, 23 senedir Tayyip Bey kazanıyordu. Biz topu kaleden alıp santraya getirip bir daha başlıyoruz. Demokrasi budur. Bir kere gol yedi, maç kaybetti 31 Mart’ta. Topu almış, ‘Oynatmayacağım’ diyor, eve götürüyor. Dedim ‘Alın topu gelin. Deyin ki: Dede sen niye yahu? Bir maç kaybettik, bugün ben yarın sen. Gel maç yapalım.’ Şimdi bizim de yaptığımız mesele muhalefet olarak şu: Topa sahip çıkıyor millet. Top giderse, saha giderse, demokrasi meydanı giderse, topu kaptırırsan ne yapacağız? Güreş mi tutacağız ondan sonra? Sahayı korumak, topu korumak, maçı korumak önemli. Sonrasında elbette Selahattin Demirtaş’la Ümit Özdağ karşılıklı siyaset yapacak. Birbirine şut çekecek, gol atacak. Biri kazanacak, biri kaybedecek. Ama önemli olan maçı yapabilmek. Biz bu maçı Cumhuriyet’le kazandık. 1950 seçimlerinde iki takımın maç yapabilmesini. Ama 1923’te sahayı inşa etik. Birkaç kere topu şişirdik, patladı; çok partili. 1946’da top vardı, kazanan değişmedi. 1950’de kazanan değişti, ülkede iktidar değişti. O günden beri demokrasi var ülkede.”

“MUHARREM İNCE’NİN GERİ DÖNÜŞÜ KIYMETLİ”

(Muharrem İnce’nin CHP’ye geri dönmesi hakkında) Dönsün. Baba evi burası. Muharrem İnce eğrisiyle, doğrusuyla Cumhuriyet Halk Partisi’nde saatin vidasından gelen bir isim. Çok önemli görevler yaptı. Grup Başkanvekilliği yaptı. Cumhurbaşkanı adaylığı yaptı. Sonra ayrıldı. Başka partiye gitti, partiyle çelişkileri, tartışmaları oldu. Bir sürü şey oldu. Ama sonuçta bu evin evladı. Ben çıkmışım meydanlara ‘Herkese açık bu kapı. Burası baba evi’ diyorum. E baba evinin Yalova’da parti baraj altındayken çelengini taşımış adamına kapıyı kapatamazsınız. Ben Muharrem İnce’yi partiye, bir başka partiden çağırmıyorum. Muharrem İnce’ye ‘Burası senin evin, istediğin zaman gelirsin’ dedim. O da duygulu bir şekilde, biz bunu daha önce de konuştuk, ‘Bunu arkadaşlarımla konuşacağım’ dedi. (Geliyor mu?) Bugün nihai kararı verecekler. Ben olumlu olacağını düşünüyorum. 80 bin üyesi var Muharrem İnce’nin partisinin. Öyle partiyi birleştirme falan değil. Parti duracak ama Muharrem İnce ve arkadaşlarını baba evine, CHP’ye davet ediyoruz. Ben böyle günde, bütün muhalefeti kucaklarken kendi içimizdeki bir ayrışmayı… Çünkü partinin içinden parti çıkmış. Az bir travma değildir yani. Bölünmüş parti; ha büyük parça, küçük parça. Partinin içinden parti çıkmış, gitmiş başka parti kurmuş. O geri dönüş kıymetli bence. Bugün de inşallah kendi il başkanları toplantısıyla, kendi yetkili kurul toplantısıyla bir karar verecekler. (Bu bir B planı diye konuşuluyor.) Öyle kayyım meselesine yönelik bir şey değil. Zaten ona yönelik B, C, D planları olur zaten her zaman. Parti mi yok? 80 tane parti var. Her biri gelir şey yapar. Kaldı ki biz bir zora düşsek bir sürü parti… Örnek veriyorum ilk telefon Demokrat Parti’nin Genel Başkanı’ndan gelir, ‘Genel Başkanım burası demokrasinin kalesi’ der. Benim buralardan hiçbir endişem yok. Ne muhalefetin dayanışmasından, ne parti içindeki birlikten hiçbir endişem yok. Maksat partiyi tartıştırmak. Onlar bir kenara. Muharrem İnce’nin meselesi aylar önce de olabilirdi. Şimdi 19 Mart oldu. Canımızla uğraşırken gidip de Muharrem İnce’ye ‘Birleşme’ falan…

“EN ZOR GÜNÜMÜZDE YANIMIZDA OLUYORLAR”

(Eski Genel Başkan Hikmet Çetin’in mitinglere gösterdiği katılım hakkında) O bir tane. Muhteşem bir enerjisi var. Geliyor ve şöyle; üç kişilik geliyor. Altan Öymen, akciğerinde bir kitle vardı. Üç-dört ay ‘Hiç elletmeyeceğim’ dedi, ailesi çok mücadele etti, ameliyat oldu. Dördüncü gün ayağa kalktı. Beni kasketi ile ayakta karşıladı. Zorla asansöre kadar uğurladı hastanede. Çok iyi. Ama evinde dinleniyor. Çok iyiye gidiyor. Sayın Murat Karayalçın’ın da bir rahatsızlığı oldu. Geçen hafta hastanede tedavi oldu. Gözünden bir rahatsızlık geçirdi. O da şimdi çok iyi. Onların üçü birden biz çağırdığımızda bir kere istisnasız, ama çoğu zaman da sürprizler yaparak en zor günümüzde yanımızda oluyorlar. Geçen Saraçhane’de 70 dakika konuşmuşum o rüzgarın altında. Arkamda durdular. Defalarca aşağı inmeleri teklif ediliyor. Sandalye getiriliyor. Altan Öymen 92 yaşında, 75 dakika ayakta duruyor, ‘Genel Başkan ayaktayken oturulmaz’ diyor. Böyle inanılmazlar yani.”

“TRUMP’A, ABD’YE KARŞI TAVIR ALMA ZAMANIDIR”

(Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump karşısındaki sessizliği hakkında) Ben dün açıkça söyledim. Ömer Çelik’in açıklamasını da Cumhurbaşkanı’nın sessizliğini de çok manidar buluyorum. Ya Amerika kalkıyor, B2 uçakları ile havalanıyor, 6 bin mil geliyor, yakıt ikmali yapıp uluslararası hukuka aykırı bir şekilde bir komşumuzu bombalıyor ve gidiyor. Diyorlar ki ‘İsrail bütün Ortadoğu için bir tehdit.’ Ya ne İsrail’i? Onu şımartan Trump, bombalamayı yapan Trump, uluslararası hukuku hiçe sayan Trump. Sen Trump’a laf söylemeden Trump’ın şımarttığı ve Ortadoğu'daki işleri verdiği taşerona laf söylüyorsun. Bugün çıkıp Trump’a karşı tavır alma zamanıdır. Bugün çıkıp Amerika’ya karşı tavır alma zamanıdır. Bu Erdoğan bunu 1 Mart tezkeresinde yaptı. Deniz Baykal ve arkadaşları olmasaydı, o zaman iktidarı karşılığında yani daha Genel Başkan’ken ve partisini iktidara taşımadan verdiği bir sözü tutmak için 1,5 milyon Iraklının öleceği savaşın Amerikan askerlerini Doğu ve Güneydoğu’dan geçirtecekti Mersin’den sokup. Biz engel olduk. (AK Partili isimler de karşı çıktı) 99 kişi. Meclis oturumlarını yöneten Bülent Arınç dışında, onun oyu yok. Oy verip de red oyu veren 99 kişiden birisini siyasette tutmadı. Hepsini yedi, bitirdi. O günün tutanaklarının açıklanmasına da izin vermiyor. Her sene öneriyoruz, reddediyor. Bugün de İmamoğlu’na karşı yaptığı darbenin icazetini Amerika’dan aldığı için, ‘İmamoğlu’na darbe yapacağım, müsaadenizle’ deyip, icazet alarak 19 Mart darbesini yaptığı için bugün Trump’a laf söyleyemiyor. Neden biliyor musunuz? Bugün Trump’a net bir laf söylesin. Trump’ın sağı solu belli olmaz. Hani diyor ya, eskiden diyor ki, ‘Bu can bu bedende durdukça Rahip Brunson’ı vermem. Ver papazı, al papazı’ diyordu. Trump bir tehdit etti. Şimdi de diyor ya, ‘Papazımı ondan istedim, hemen verdi.’ Şu an Trump’a laf etse diyecek ki ‘İmamoğlu için beni aradı, ya da arattı, aracı koydu. Benden izin aldın İmamoğlu için. Şimdi bana nasıl laf söylüyorsun?’ der diye korkuyor, hiçbir şey diyemiyor.”

“TÜRKİYE’YE EUROFİGHTER VERİLMESİ İLE İLGİLİ BİR GÜNDEMİMİZ DE OLACAK”

(Avrupa’ya ne zaman gidiyorsunuz?) Çarşamba günü gidiyoruz. Önce Avrupa Konseyi’nde liderler toplantısına katılacağım. Hem Pedro Sanchez’le, hem Alman Şansölye Yardımcısı Lars Klingbeil ile hem de 12 ülkede iktidarda olan… Ayrıca o sefer, şu anda hava savunması açısından 20 yıldır bir tane filoya uçak ilave olmuyor. F-35’lerden de S-400 meselesini kötü yönettiler diye atıldık. Eurofighter çok önemli. Avrupa’daki bütün temaslarımızda Eurofighter konusunda Türkiye’nin tezlerini savunan, Türkiye’ye Eurofighter verilmesi ile ilgili talebi dile getiren bir gündemimiz de olacak. Hava savunmamız açısından çok önemli.”